03 Nisan 2013

SARNIÇTAYIM (2)



- BU ABHAZ KÖYÜ SARNIÇ’IN SOY AĞACIDIR -

Çarkların dişlerine dönüşen yıllara kurban olmuşuz.
Kafdağı’ndan koptuğumuz gibi, dağılmışız Sarnıcımdan da !…
Sürgünde de sürgüne boyun eğmişiz, terk edip seni giderken.
Kimimiz aş, kimimiz iş, kimimiz bilinmeyenin peşine düşmüşüz.
Atalarımızın geçici yurdu şirin köyümüzden bir bir kopmuşuz.
Arkamızda anılarımızı, atalarımızın mezarlarını bırakarak
Zamana ve dönen çarka meydan okuyan mezar taşlarımızda,
Acılarla dolu, göç içinde göçün öykülerini yazarak…
İlk vurgun; büyük göç Balkanlara savurmuş, sonra Anadolu’ya
Savaş- sürgün- göç derken, salgın ve sıtmaya yem olmuşuz.
Kalan birlerimiz, binlerimizden Sarnıç’ ta kök salmışız.
Senin dağlarında,  yamaçlarında huzur bulup umutlanmışız.
Şimdi yok olup giden Abhaz halkımla sen de yok olup gidersin.
Her birimiz bir tarafta, diğerinden habersiz bir bilinmeze doğru,
Nerede nasıl bitecek bilmediğimiz yaşam yollarında,
Üstümüze örtülecek bir avuç toprağa hasret,
O bir avuç toprağı üstümüze dökecek canlara hasret!
Serpilmişiz, tarlaya saçılan tohumlar misali toprağa ve sana hasret!
Yeşerir miyiz, yeşerebilir miyiz tekrar bir bahar günü ?..
Yoksa; sele , kuma, işe , aşa , yine göçe kapılıp ,yok mu oluyoruz?..
Hey siz Sarnıçlı Abhazlar atalarımızın köyü Kafdağı,
Babalarının köyü Sarnıç olan, çığlığımız duyan Abhazlar!.             
Sizlerle Sarnıçta buluşmak, sizlerle dertleşmek istiyorum.
Birlikte dolaşıp Sarnıç’ı ve anılarımızı yâd etmek istiyorum.
Yitiğe yem olmadan, kalan insanlarımı doyasıya görmek istiyorum.
Gelin bir olalım, birlik olalım anılarımızla buluşalım!
Göç artığı dedelerimizin, ana – babalarımızın, ninelerimizin,
Anılarıyla buluşmak için gelin, Sarnıç’ ı birlikte dolaşalım.
148. göç yılımızda gelin, Sarnıç’ ta birlikte ağlaşalım.
Ben bugün birer birer çalacağım kapılarınızı.
Eğer çalmadan geçersem kapınızı, yıkılmış evleri yoklardır diye!..
Çevirin yolumu geçin önüme, seslenin, görmeliyim hepinizi!
Sakın gönül bırakmayın bana, yakıyor içimi yitiğin sızısı.
Gelin minnetle analım, soyağacımızı Sarnıç’ a diken atalarımızı.
Burada filizlenmiş son ağaçlarımız, burada kurumuş…
Yapraklarımızı yitiğin rüzgârı buradan savurmuş;
Eskişehir, Taşköprü, Ahalar, Tandır, Ağapınar,
Bursa, İnegöl, Kestanealan,  Mezit boğazına kadar…
Çoğaltırken hepimizi yok olmaya yollamış o rüzgar!..
148. yıldönümünde sürgünün, inadına Sanrıç ’tayım.
Kiminizden bir bardak su, kiminizden ayran isteyeceğim.
Bir bardak çay ya da kahve; lafımı uzatmak için!..
Önce köyün üst başında Gurgmallara uğrayacağım.
Ne kadar güzel appaçık dı özgün Abhaz evleri!..
Ta uzaklardan tepenin üstünde, girmeden köye,
Selamlardı insanları kırmızı beyaz karanfilleriyle.
Üst katın sofa trabzanından sarkan çiçekleri ile
Yan yana uzanan, soylu atların ahırları, kurulukları ile
Ve nice meyve ağaçlarıyla ormana uzanan bahçesi ile
Elma, armut, erik, kızılcık…  Koparırdık, gizlice ferdon ve çetinle,
Ben o ruhu engin, gönlü zengin insanları arıyorum bugün!
Gözleri gülen girdin mi avluya bağrına basanları arıyorum bugün!
Bu özgün Abhaz şatosunda vakur Gurgmal İsmet’i,
Kız kardeşleri Safet, Tuğtuğ ve Pıta’yı görür gibiyim.
“Bomboş avluda; İsmetin coçukları Mutlu ve Yılmaz oynaşıyorlar.
O taşlı tepenin yamaçlarından yuvarlandıklarını görüyorum.
Gurgmal Haşim’in yarım kalan evini aynı tepede…
“Göçün, sürgünün kanayan yarasıyım ben” dercesine!..
Oysa , kim bilir ne umutlarla başlanmıştı o eve!..
Şimdi yok oluşun yarım heykeli gibi, Sarnıç’ a hakim o tepede
Gelmişti acı haber Eskişehir’den; tez elden…
Elim bir iş kazası almıştı gurgmal Haşim’ i bizlerden
Yitiğin, yok oluşu çökmüştü o gün köyümüze.
Bıraktı da gitti yok oluşa kızlarını;  Sabiha, Semiha,  Kadriye …
Kundaktaki oğlu minik Sefer hiç tanımayacaktı babasını.
Anneleri Sebile yenge direnip yitmeye; kol - kanat gerdi çocuklarına!..
Kanatlarına aldı da uçurdu yavrularını Pazaryerine;
Kaçırıp onları bir yok oluştan başka bir yitiğe…
İşte geldim Gurgmalların oradan Şukutsaaların evine,
Oğulları Faik ve Rafik ölümleri ile Ayşe Hanım halama,
Haber verdilerse de yok oluşu, içine gömüp o büyük acısını,
Kızları Sırat ve Fahriye ile açık tutup kapısını- bacasını ,
Direndi yitiğin yok edici, kahredici rüzgarına!..
Gölge oldu Aşukbalara gelin giden Sırat, halam kızı.
Torun Mecit, Hikmet ile taşıdılar “ direnmeyi” çam sakızı
Uzun yıllar sürdü bu direnç kıyasıya, hey hat !..
Kızlardan Fahriye ve Gazi Baba’nın annesi edince vefat
Yok oluşun rüzgarı savurdu onları Künçeğiz’e …
Güzel, mağrur Sarnıç’ımın kan kaybı sürdü yıllarca acı içinde,
Bağrında büyüttüğü insanlar kopuyordu birer birer.
Yaşaalardan Guç ayrılmıştı Alaman harbinde Sarnıç’tan,
Yitiğin rüzgârı uçurdu, savurdu onu Ağapınar’a…
Serpiliyordu  kızları Mürüvvet,  Şahinde, Şükran ve biricik kardeşleri Kenan !
Aylar sonra kahroluyordu Yaşaalar  ve tüm Abhazlar !..
Acı bir haber karartıyordu Sarnıç’ ın ak dağlarını.
Künyesi geliyordu Kenan’ın askerden, beklerken asker oğullarını!
Düşmezdi biran anacığımın dilinden Kenan ve Guç dayım.
Ağanaalardan Tosun dayımlardayım sanki şimdi,
Ve ne kadar mutluyum tıpkı yarım asır öncesi gibi.
Ne güzel konuşuyordu, sesi gür, sözü mağrur, hayrandım.
Hem Abhazca’yı hem Türkçe’yi  afat konuşurdu; şaşardım.
Meğerki çok sesli Abhaz müziğimizin Pavorati‘si imiş
Yıllar sonrası hüzünle anlatırdı gözyaşı eşliğinde annem
Şimdi torunların tek başlarına bir koroya baskın dayım
Yengem Fatma yengem, o büyük gelin “Tatsa duw” !
Ne kadar candan Ne kadar içten karşılardı
Her zaman önemli misafirleri idim, dayımla yengemin.
Her gidişimde onlara, kızları Aysel ile okul çıkışı
Ağırlanırdım, ağır misafir gibi, sofrada aktısızbal kudırşışı…
Ne can, ne afat severdiniz canım dayım, canım yengem.
Oğullarınız Asri ve Avni dayılarım, kızlarınız;
Seher, Yüksel, Aysel, Bebek, Ümit teyzelerim.
Şimdi her birimiz ayrı ayrı yerlerdeyiz.
Asri dayı, Seher teyze nur içinde yatın, nur âlemindesiniz.
Hatırlıyorum Seher teyzemi oğulları Korkmaz ve Sebati’yi
Güney Kestaneden gelişlerini, bugün gibi anımsıyorum.
Nasıl koşuşturur oynardım onlarla, unutamıyorum.
Yüksel teyzem, Özcan ablamla nakış işlerdi pencere önünde.
Baş başa verip ne güzel sohbet ederdiniz, hatırlıyorum.
Ayrılmak istemezdim, sohbetinizi ne de severdim.
Güney Kestane’den,  Kozaalardan gelin gelmişti,
Gelin alayını hatırlıyorum, bir tablo gibi hala gözümde.
Ağanaların Asri dayı evlenmişti,
 Nerede o tatsamharalar o günlerce süren eğlenceler.
Sıkışmış izbe salonlara, selamlaşmadan bitiyor şimdi düğünler.
Çocukluğumdan beri hayrandım, sana dayım Avni dayım!
Ne kadar çok severdim seni nasıl anlatayım…
Ne zaman karşılaşsak candandın, yüreklendirirdin.
Atlı talikalarla giderdik kazamız Pazarcık’a,
İlk defa babamla gitmiştim o şehre…
O gün alıp beni gezdirmiştin, unutmadım 60 yıldır o anı.
Bilir misin Avni dayı; unutamadım içirdiğin o ilk limonatanın tadını.
Bebek!   Ümit!  Neredesiniz, bugün ben burada sizin şömineli büyük odadayım.
Şömine alev alev yanıyor dayımla şöminenin yanındayım.
Ooy Bahri dayı evde misin?  Gelir de köye sana uğramaz mıyım?
Akarcıpha Fahriye yenge Yaşha Hamide nine, ellerinizden öpmez miyim?!
Ferdon ‘u bulmam lazım, nerede, ne işler peşindedir, kimbilir?..
Gel, follukları dolaşalım, toplayalım tüm yumurtaları,
Atalım şömineye birer parça et, közlensin dursun ocakta.
Ne çok severdin ki öyle de çok sevilirdin Bahri dayım.
Çevre köyler, Pazarcık, İnegöl doluydu çevren, sevenlerinle.
Sen iyilik timsali; dermandın her kesin derdine her şeyinle.
Kime ne lazım, ne istedi; bulur buluştururdun!..
Ekerdin sevginin tohumlarını, tüterdi barış çubuğu sayende.
İzlemeliler oğulların Nazmi, Ferdon, Cevdet, ayak izlerini.
Ne de severdiniz küçük halanız, Nilüfer halanızı…
Naile, Beyhan, Seyhan, nasıl mutlu olururdu geldiğinizde.
Annemin size olan sevgisi okunurdu gözlerinden.
Sizler vardınız hep son nefesinde, son sözlerinde.
Aynı sınıfta okurduk Ferdon’la, haylaz mı haylaz.
Müfettiş gelmiş sorular soruyor, Ferdon yerinde duramaz.
Çıt yok kimseden sınıfta , Ferdon’ dan başkası cevaplayamaz.
Şükrü eğitmen alı al moru mor mahcup!..
Müfettiş sitemkâr : “tek öğrencin var hoca gerisi boş”
Ferdon el kaldırıyor tekrar :“müfettiş müfettiş!..
Sınıfın en tembeli benim, haylazı da, raporuna öyle yaz”
Söyler eğriye eğri doğruya doğru ; işte Ferdon bu!..
Hatıra gönüle; kessen boynunu bakmaz, tınlamaz…
Her zaman Ayhabılar meclisine gider gibi hazır ve nazır!..
Ne zaman çalsam kapılarını, varsam görsem Aslan dayımı,
Tüm asaletiyle odasında oturur, sevgiyle karşılardı.
Hep giyinik, sanki savaşa gidecek; öyle karşılardı.
Görür gibiyim şimdi odasında asil ve vakurca oturduğunu.
Yaz tatillerinde köye gittiğim günlerde,
Görmek için can atardım herkesten önce onu
Dayımın sedirinde, kimsecikler geçip oturmazdı orada
Varsa da evde yoksa da dayım, görmezdim kimseyi o sedirde…
Varır varmaz yanına, alır beni sağına sevgiyle sarılırdı bana.
Karşılıklı sevgi ve saygıyı öğrendim ben o odada.
Bahri dayım hep kapı girişinde bir yerde durur.
Ancak Aslan dayım izin verince diz üstü oturur…!
Bu ne asalet , bu ne saygı kardeşten ağabeye yarab!...
Nereden gelir Abhazlar’daki bu sevgi ve saygı acep.
Dayı oğullarım Kaplan, Fehmi ve  kızlar ;
Ülker,   Ferhan, Nurhan yoğruldunuz bu sevgi ve saygıyla.
Papapha Nadide yengemin o içten davranışlarıyla,
Kesti, biçti ve dikti duygularınızı, kişiliklerinizi…
Sevgiyle, saygıyla kalbimdesiniz, arıyorum her birinizi
Hüzün yüklüyüm bugün, gözlerim dolu dolu dolaşıyorum.
Zaman durdu bugün, beynim takıldı, bekliyorum.
Yaşarken dünü, o günleri, birden korkuyla irkiliyorum.
Hatırladıkça o günleri yok oluşumuzu görüyorum.
Elli binle çıkılan sürgün yollarına Kafkaslardan,
Beş yüz haneyle kök saldığımız Sarnıç’tan
Beş hane kaldık binmişiz yitiğin atına, üzülüyorum.
Bu yok oluşun alev topu sarmış bedenimi, köyde geziyorum.
Saydığım, sevdiğim, sevildiğim, insanları umutsuzca arıyorum.
İşte papaların avlusuna geldim, Apapa İsmail evde mi acaba
Guçha Bahriye, Guçba Kemal ve Fahrinin kardeşleri…
O sımsıcak, o samimi, alçak gönüllü insan!..
Nerede oğullarınız Orhan, Kaput,  Enver ?..
Ya kızlarınız Neriman, Mukadder, Münevver, Trukşan, Güldür, Güler!
Hatırladım gelin olup, gittiler  Mezite, Künçeğize,  Ağapınar’ a ...
Ya oğlunuz akranım Enver, hiç unutamadığım Enver!
Ben hala o günlerdeyim,  keşke kalsaydık o yamaçlarda,
Keşke o yaşlarda kalıp koştursaydık meşelikte, çayırlarda.
Orhan ağabeyimin askerden dönüşünü anımsıyorum.
Köyün girişinde tahtadan asker bavulu elinde, ben karşılıyorum.
Kucaklaşmıştık hasretle, nasılda mutlu olmuştum.
Yıllar yılları kovaladı, ben o sahneyi hep hatırlıyorum.
Tatil dönüşlerinde Pazarcıkta karşılaşınca bazen,
Samimi duygularla karşılardı beni Rıdvan.
Sarnıç’a evime geldiğimi anlardım o zaman
Neden geriye saramıyoruz ; durdur da geri sar zaman!..
Heyhat ne acı, saramıyorum geriye zamanı Rıdvan…
Çok değil, sarabilsek yarım asırcık, götürür bizi Sarnıç’a.
Apapa İbrahim Yetim’in büyük oğlu Kıkrış’ı bulursun,
Gönlü insan sevgisiyle dolu birini arayacak olursan!..
Herkesle yarenlik eder, geçmezdi hal – hatır sormadan.
Babamla muhabbetleri huzur verirdi bana, dinlerken,
Değindikleri konular, mizah dolu sohbetlerden…
Akarcıpha Remziye yengem, sense her zaman kibar,
Her zaman nazik ve vakur yaklaşırdın her olaya.
Mutluluk kaynağı idin Papaların hanesine.
Evlatlarınız Güllen, rahmetli sınıf arkadaşım Fij!
Aysun, Sevil sizleri de çeşme başında görür gibiyim.
Caminin önündeki çeşmeden su doldurup taşırken!
Tüm at koşularında seni arıyor gözlerim
Atları çok severdin tüm Kafkaslılar gibi,
Sen hepimizden çok severdin Güllen,
Yine bir at koşusunda Sarnıç’ ta seni izliyorum.
Uçarcasına gelen atların en önünde senin atı gözlüyorum.
Bitince yarış gel sende köye, nerede isen?
Sesinizi duymak, dokunmak istiyorum, hepinize bırakıp gittiniz.
Ayhabımız  Apapa  Fuat, tam tamına Apsuva Fuat!
Sizlerle birlikte yitti gitti, gitti engin görüşleriniz, törelerimiz.
Gelseniz, geliverseniz şuracığa, konuşsanız bende dinlesem!
Anlatsanız bize, hem kültürümüzü, hem de töremizi.
Anlatsanız bize Kafkaslardan, Varna'ya Sarnıç’a uzayan,
Yitmeyi, yok oluşu, acıyı bize hediye eden göç hikâyemizi.
Hafızama kazınanlar var sizin gür mü gür sesinizden..
Anlatırım bazen, “dinlemiştim” diye ; “ bir gün Apapa  Fuat’tan”..
Hepimiz için bir hutbe, bir vaaz gibiydi anlattıklarınız.
Şimdi olsaydınız şuracıkta, tekrar dinliyor olsaydım,
Anlatacaklarınızdan keşke bir şeyler daha alabilseydim.
Avnacapha sımsıkı sarılmış yuvasına örmüş mutlu yuvayı,
Çocukları Edip, Rahmetli Batur,  Murat, Yetim,
Kızlarınız Sevgi,  Fatma, Belkıs, Kanarya hepsi birer yetim.
Layık oldunuz, öylede kalın babanız Apapa Fuat’a.
Sarnıç’ın, Sarnıçlıların temsilcisiydi Zaim Baba Pazarcık’ta
Kimin bir sorunu olsa uyumazdın sorun hallolmadıkça.
Güvencesiydin Sarnıç’taki herkesin, kapınız herkese açıktı,
Köye gelen de giden de mutlaka uğrar öperdi anneniz Almas’ın elini.
Anadolu’da bir tabir var ya ; “ Osmanlı gibi bir kadın”!
Yetmez anlatmaya hiçbir şey, O Abhaz timsali kadını,
Bayram günleri her elini öpende hatırnazdı, gönül alırdı.
Kıkrış, Zaim, Fuat biricik kız kardeşiniz Ayten
Almış tüm asaletini, kültürünü Annenizden
Yaşamı boyunca esirgemedi emeğini toplumumuzdan
Kalbi insan sevgisiyle doluydu nur içinde yat dualarımızdasın sen.
Rüzgar attığında bizi Bursa’ya daha bir tanıdım Zaim Babayı
Nasıl bir sevgiydi, nasıl bir saygı Allahım!..
Ne candan, yürekten ne samimiydi tavrınız.
İzah etmek ne mümkün, beslenmeseydik kültürümüzden:
“ İnsana değer vermek, insanı sevmek, Abhaz milletini sevmekti”.
Evlatlarınız Cabir, Şafak, miras aldı bu hasletleri sizden.
Pısıyüpha Türkan’a emanet edip onları, sonsuza yol aldınız.
Dolmuyor, dolduramıyoruz bomboş bıraktığınız yerleriniz..
Her zaman, her nefeste anıyoruz, arıyoruz ey büyüklerimiz..
Sarnıçta ilk yaşam, bir nefes alış bir bakış
Sonra Anadolu’nun her bir köşesinde, ilçesinde
Hizmet eden, emek veren Apapa Habip-yipa Vahdettin.
Bulunamadın bu yüzden güzel köyümüz Sarnıç’ta.
Yaşadın hep, kalbinde yaşatarak, sayıp kendini  Sarnıç’ ta .
Kızların Aysel, Birsen, Nurten ve Ülkü’ye;
Kafdağı ötesinde bir köy anlattın onlara mutlak,
Yaşatıyorlardır hayallerinde kızların bu masalsı köyü.
Sarnıç diye bir köy var uzaklarda, bir yerlerde orada
Gitmesek de, gelmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür.
O köy Kafdağı’ndan sonraki son köyümüzdür.
O masalsı köy Sarnıç’ tır, o hepimizin köyüdür, köküdür!
Kızlarında bizler gibi hoş bir seda ile söylüyorlardır herhalde
Apapa Abbas, oğulları Burhan ve Fethi kardeşler.
Burhanın şakacı kişiliğinde yatıyor hayattan izler.
Kimimiz kanar, kimimiz düşünür, kimimiz gülerdi onun şakalarına
Celepliği de vardı onun, hayvan alır satardı kârına
“ Evdeki kuşaklarımın hayrını görmeyeyim” dermiş yemin yerine,
“ Doğrudur çocuklarının üzerine yemin etti” derlermiş birbirlerine…
Apapa Burhan;  Sarnıç’ tan Karadede’ye, oradan İzmit’e
Sürdürüp durmuştu Kafdağı’ndan başlayıp durmayan göçünü.
Alıp çocukları Erdoğan, Erol, Hatice kızını, dönüp kuzeye yönünü
Kopup gitmişlerdi Sarnıç’tan, orada bırakıp hepside gönlünü.
Büyük evin yanında birde küçük evinizde vardı Gomgom,
Çok severdim o küçük evinizi hep orada eğlenirdik.
Vermişti sırtını ormana, kucaklar saklardı bizi sımsıcak.
Mutluluk ve huzur verirdi hepimize birlikte oynamak
Patskhaydı orası, ocak ve fırınıyla açık havada bir mutfak.
Yarışırdın çayırlarda Baki;  taylarla, sen onları geçerdin.
Sanırdım nefesin hiç tükenmezdi senin.
Maşat çayırlarında, yarışlarda hep sen kazanırdın.
Seni maratoncu bilirdim, bu koşuyu niye 100 metrede bıraktın?
Mağrur bakışlı, hoş görülü, Apapa  Dalaç!..
Gözümün önündesin, anımsıyorum o görkemli halini.
Öksüz, yetim, kültürsüz bırakıp gittiniz, görün halkımın perişanlığını.
Anneniz Abıcıpha Şaş; o her birimizle bir bir ilgilenen ,annen!..
Patskhanızda pide pişiriyor, Gomgom saklanma gel!..
Avucumuzun içinden kayıp giden yılların içinden çık da  gel!..
Gözyaşlarıma esir oldum, Nermin ablanla, Sinan’ ı yalnız bıraktınız.
Muhtat, Sıddık, sen, Aydın, Bıcıra, Yıldız!
Bugün rahmetle anıyorum, nur içinde yatın hepiniz, göklerde birliktesiniz
Biz sizi sevenlerin anılarımızda dualarımızdasınız!.
Alışamadık yokluğunuza hiçbirimiz, taş basıp bağrımıza yürüdük.
Sarnıcımdan bir ses yankılandı dünyaya Ankara’dan,
Teğmen Murat Şeref Baba haykırdı Ankara Kalesinden
“ Böyle bir yüreği ancak Gazi Baba'nın oğlu taşır” diye kabardık,
“Alışamadım sana da, Türkiye’nin haline de” diye haykırdı.
O cesur ses yalnız Sarnıç’ta değil tüm Türkiye’de yankılandı.
Sen nasıl alışamadıysan haksızlığa, Türkiye’nin haline
Bende bir türlü alışamadım yok oluşa, Sarnıç’ın perişan haline
Yitirdik büyüklerimizi, kültürümüzü , tüm güzelliklerimizi !..
Sarnıç’ta kaldık üç beş hane, sapa sağlam baba ocağınız,
Direnip yok oluşa yitiğin şeytanına bekliyor sizi, pencereleri camsız.
Betül, Fahriye, Beynan, Sarnıç’tır sizin de asıl temeliniz.
Zihni, Süleyman, Şeref Sarnıç diye çarpıyordur sizinde kalbiniz.
İbrahim, Hakan, Anıt yüreğinizi tutuşturan Sarnıç’tır kökeniniz.
Kazıyalım sonsuza dek Sarnıç’ ı kalplerimize ne dersiniz?
Talat abi Abriskıl Talat abi !
Evimizle yan yana duran evinizin önündeyim
Yol kenarında duran o iki katlı kâşanedeyim;
Önünde yemyeşil bir bahçe, Kaf dağından gelme!
Arkasında kışlalar, sayalar, ahırlar, Kaf dağından göçme.
Karadede’ye esen yitiğin rüzgârına kapılıpta, bıraktınız SARNIÇ’I
Ve uzanıp batıya bu göç sürdü Bursa’ya doğru.
Evlatlarınıza da, bize de aşıladınız bu ikinci Vatan sevgisini.
Elleri öpülesi Kezire teyzemle silemeden yüreğinizden Sarnıç’ ı.
Aktardınız Müjgan ‘ a, Engin’e Vatan ve soy sevgisini
Ve siz Abriskıl  kardeşler; Kamil, Eşref, Ramis, Nazır ,
Abriskıl Dahir’in oğulları, boş duruyor beyaz badanalı eviniz.
Sarnıç’ımıza ferahlık ve huzur katıyor bilir  misiniz ?
Avlunuz yıllar önceki haliyle gözümün önüne geliyor.
Huzur, mutluluk, sevgi dolu o güzel günleriniz,
Yâd ederek o günlerinizi ve başımı çevirip hayıflanarak,
İki damla gözyaşı bırakıyorum avlunuza, Abriskılaa neredesiniz ?..
Kamil,  Eşref, Ramis, siz büyüklerim hep gözümün önündesiniz.
Abriskıl Kamil abi, kardeşlerinle birlikte görüyorum sizleri.
Boş gözlerle bakıyorum kışlanıza ormanla bütünleşen bayırdaki…
Nerede o mutlu bereket dolu kışlalarda geçen günler? .
Kışlalardan gelen kovalar dolusu sütler, sepetlerle peynirler!
Evinizin direği, saygı değer kadın, Argunıpha Nazmiye.
Evlatların Türkan , Naime  ablalarım, Cici , Tataş!..
Ellerinden tutup biricik kardeşiniz Temel’in çıkıp gelin’
Toplanalım; tarihi çatısında taşıyan, evinizin avlusunda toplanalım.
Yeniden tütsün Sarnıç’taki o baba ocağınız.
Bakın geçip giden zamana, yağmura, kara, fırtınaya direniyor.
Avlunuzdaki o bereketli ahşap ambarınız bile
O kuruluğunuzun altında dört gözle bekliyor.
Atları ahıra çekilmiş duran at arabanız bile sizi bekliyor.
Temel gel haydi birlikte Yenikara, Kurluk, Gürgencik’ e doğru
Sürelim koyunları, kuzuları birlikte otlatalım.
Abriskıl  Dahiroğlu Nazir ne kadar mütevazi  biriydi.
Yüzünden hiçbir zaman tebessüm eksilmezdi.
Ya Khapag’yıpha Papapha Nargüzel; her zaman güzel, hep mütebessimdi.
Şimdi size geliyorum, bak el sallıyorum karşıdan,
Pencereyi açıp bakar mısın camdan.
Okula gitmiyor muyuz yoksa kapandı mı yollar kardan.
Nasıl da kar yağardı, aylarca kalkmazdı yerden,
Kızak kayardık köyün iki tarafındaki yamaçlardan.
Neşe dolu çığlıklar yükselirdi şirin Sarnıç’ımızdan.
Yalnız köyümüz, halkımız değil göçüp giden,
Adam boyu yağan karlarda göçtü gitti, yâda vazgeçti yağmaktan.
Çeşmenin hemen üst başındaki evinizin bahçesinde
Neler neler yetiştirirdi. Annen Nargüzel o bahçede.
Doluşurduk o bahçenin içine bazen gizlice
Bazen de koşturarak merdivenleri çıkar doluşurduk evin içine.
Çetin, Faruk, Turan ve ben ne afat özlüyorum o günleri bilseniz?
Avlunuzda dolaştıklarını görüyorum Suzan, Suna ve Sunar’ı
Merdivenlerde de Sever ‘le Sevim’ i,  çeşme başında da Sakıp’ı.
Dün olduğu gibi bugünde mutluluk ve huzuru buldum hanenizde.
Her gelişimde Sarnıç’a şimdi hüznü yaşıyorum bir dolu.
Hayatın kuralımı bu, yok olup gitmek mi sonucu?
Dünkü dolu dolu, mutlu halkım gözümde bir film şeridi.
Bugün felç olmuş duygularla dolaşıyorum köyde
Neler yaşamadık ki; acılar, umutlar, 148 yıllık göçte .
Abriskıllerin evleri arasında dolanıyorum
Kime uğradım, kim kaldı uğramadığım?
Hah Çetinler!  Hep koşturarak gittiğim çocukluk arkadaşım Çetinler!..
Ayaklarım gitmiyor bu gün içim el vermiyor.
Hüzün veriyor bana, baktıkça o özgün Abhaz evinize
Yoksa uğramaz mıyım, Çetin, size uğramaz mıyım hiç?
Kudüs gazisi baban Kuça amcanın elini öpmez miyim hiç!
Argunıpha Faziye teyzeye “karnım aç” demez miyim hiç!
Onu ocağın, maşınganın başında görür gibiyim.
Bekliyoruz bizde ocağın başında sabırsızlıkla Çetin!
Çok mu özledin ağabeyin Demirlen’i ?
Çektin aldın sonsuz âleme, annenle – babanın yanına!
Şimdi hepimizin kalbinde yaşıyorsunuz.
Ablaların Nurten, Nuran ağabeyin Metin ve yeğenlerin…
Avlunuzdan ayrılamıyorum bugün çocukluğumda koşuşturduğum avlunuzdan.
Sarnıç’ımızın güç timsali o eviniz,
Sapasağlam duran o eviniz; köye hala güç ve güzellik katıyor.
Sanmayın ki bu ev boş, bu hane yok, gitti gidiyor.
O mutlu Abriskıllerin yaşamı benim gönlümde sürüyor.
Abhazya’mdan, anavatandan zorla koparılalı Abhazlar
Dağıldık, dağıtıldık dünyanın dört bir yanına sanki vatansızdılar.
Bu sonu belli ve yok oluşa giden yoldan geçti atalarım Beya’lar
Kâbus dolu karanlık ve yok oluşa giden bir yola aktılar.
Bu yok oluşu bir süre durduran Sarnıç’ı yurt edindi Tsaballar
Ne afat gözyaşı döktü Ayşe, Hacer, Hılkan, Hasena, Madada halamlar!
Bey Omar’ın oğulları Çanakkale cephesine koştular
Dedem Hamza kardeşleri Rufat, Ethem peş peşe şehit oldular.
Babam Nurettin halam Hüsniye yeni vatan uğruna yetim kaldılar.
Büyük ninem Kozapha Rahma’nın kollarında yaşama tutundular
Okula vermiş babamı okurken görmeye gidermiş hep, atına atlar.
Bitirmeden okulu, döner babam köye, yoksulluğundan ninemin…
Sarılır çifte çubuğa okul çağında, tütsün diye ocağı Beya ların
Beyaların ocağına gelin oldu, asker yolunu gözler oldu.
Ağananıpha, güzel anam güzel Tsabal kızı Nilüfer
Dayılarım destek verdi “yanındayız” diyerek, güç verdiler.
Ağabeyim Cihat annemin eli ayağı hem de gözü kulağı oldu.
Adım attığı günden bu yana dünyaya, adeta taşıyarak sırtında dünyayı!
Hastalık aldı Ferruh ağabeyimi bizden yarışır gibi sürgünle
Cenazesi  getirilince  Eskişehir den bir  Jiple ;
Görünce Cihat ağabeyimle yamaçtan Jipi,
“Ferruh” diye haykırdı Cihat abim ulaştı eve sollayıp Jipi.
O anı hep yaşadım ömrümce anladım ki kaybetmiştik. Ferruh ağabeyimi.
Hasta olup düştüğümde yataklara götürüldüm doktora
“Rıfat’ı damı kaybedeceğiz” diye Özcan ablam boğuldu hıçkırıklara.
Unutamam ağlayışını yılların ötesinden süzülerek gelen o gözyaşlarını
Vijdan, Cavidan ablam yıllarca peşimden koştular.
Kendileri için değil benim için üzülüp benim için sevindiler.
Nur içinde yat Vicdan abla her zaman kalbimizdedir yerin.
Cavidan ablam sende huzuru, saadet buldun ibadette.
Sarnıçtaki çocukluğumu tekrar yaşıyorum seni hatırladıkça..
Guçba’larla sürdü, sürüyor 148 yıldır komşuluğumuz göçte.
Birbirimizin eli ayağı olduk her nefes alıp verdikte.
Vardır ya atasözü ;“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” diye.
Bizler için söylenmiştir belki bu anlamlı atasözümüz.
Dilerim sönmez sonsuza dek, tüten ocaklarımız, yanan ışıklarımız.
Kimsecikler kurtulamazdı Guçba Kemal amcamdan.
Dost olsun düşman olsun bildik olsun yabancı olsun
Bırakmazdı kimseyi yedirmeden, içirmeden tok olsun, aç olsun.
Kozapha Hürriyet bu evin direği, fedakâr kadını
Birde hamarat mı hamarat annemle yapmışlardı bir ekmek fırını.
O fırın hala direniyor ve özlüyor sizi, neredesiniz annem neredesiniz Kozapha Hürriyet!
Birden uçup gittin, bırakıp oğullarını geride yıllar önce
Sizlere duacıyım her gün Guçba Kemal, Kozapha Hürriyet!
Cemal ile Faruk’la sürdürüyoruz komşuluklarımızı.
İçim sızlıyor gözlerimde canlandıkça siluetiniz, özlüyorum sizleri.
Cemal ile birlikte gelir giderdik tatillerde Sarnıç’ımıza.
Ağabeylik yapar; kollar, gözetir, götürür, getirirdi beni de yanında;
Diz boyu karları çiğneyerek Pazarcık’tan, Sarnıç’a kadar.
Eskişehir’de bir  Guçba Sarnıç’tan , Kemal’in kardeşi Guçba Fahri pehlivan..
Demirspor takımında fırtınalar estiren, sırtı yere değmeyen.
Sevdalıydı Sarnıç’a, Sarnıçtan ayrı kalmaktı onu tuş eden.
Anılarındaki Sarnıç’ı kızları Yaşar, Arife, Semra’ya ezberleten!
İçinde yanan Sarnıç hasretini yüreğine kazıyan pehlivan!
Ahmet; biricik oğluna Sarnıç sevgisini sımsıcak duygularla aktaran,
96 yıllık ayaklı tarih Fahri pehlivan saygıyla eğiliyorum önünde.
Ve benim yaşayan Sarnıç’ ım, halkımın tarihi; saygıyla eğiliyorum seninde önünde.
Yüzelli yıllık göç yaşamıyla Abhaz’ lığı yoğurdun durdun içinde.
Bir köy var acılı, sızılı bir köy; köye girişte ilk göze çarpan bir ev var.
Burada yaşayan bir aile, bir Abhaz kültürü, burada Kozalar var.
Damlarıyla, sayasıyla, ahırlarıyla, ambarıyla dimdik duran bir ev bir tarih var.
Kozaaların evi bu; köyün girişinde tepede gururla duran bir ev var.
Burada başlamış  Kozaaların Sarnıçtaki yaşamı, bu evde!..
Nart, Mahtı, Gımbıç, Zeyti nerdesiniz, Kozaalar nerede?
Maksut, Mil, Kıliz kardeşleriniz Aldız, Cicira, Cirah nerede?
Gücüm yetse yıllara, zamana, hükmedebilsem, geriye döndürebilsem!
Yeni bir Sarnıç, capcanlı bir köy olurdu sizleri bir araya getirebilsem.
Eskişehir,  İnegöl ve köylerini bir dolaşabilsem.
Acımı içime gömerek tamamlayacağım Kozaalara ziyaretimi.
Yitirmişlerdi Kozaalar çok genç yaşta Kozba Sami’yi.
Yıllar yılı acısını yüreklerinde taşıdılar ablaları ve abisi Sünnah !
Hey gidi hey! Sünnah abim hey! Gözümün önündesin şimdi.
Bir Abhaz abidesi, bir diplomattın sen gözlerimde, bilgi ve görgünle!..
Her Apsuva da olması gerekli tüm hasletin fazlasına sahip.
Kim anlatacak, kim öğretecek artık bizlere “aşt’ua” kesmenin adap ve kurallarını?
Sadir ağabeyim Değirmendere’ye göçtüğünüz gün hala yakıyor içimi.
Halit, Nihat, sizlerin kalbinde bir nakıştı Sarnıç sevgisi.
Kıliz’in oğulları olarak o sevgiyi işlediniz. Sarnıç’ın semalarına
Zeytin’in evlatları Sırrı, Basri kardeşleriniz Leman , Behice
Bırakıp giderken Sarnıç’ı gönülleriniz kaldı Sarnıç köyünde.
Eksilmedi hiç nefes alma isteğiniz köyde, yaşattınız gönlünüzde.
Tütsün baba ocağımız, kaybolmasın diye iziniz hep sahip çıktınız evinize.
Sarnıçtaki o tepede, o güzel evde gürül gürül yanıyor ocağınız!
Yükseliyor gökyüzüne öbek öbek dumanınız.
Ne zaman köye gelsem başımı çevirsem görüyorum, inanınız.
148. yılında göçümüzün, çalıyorum kapınızı, yıllara inat açılsın kapınız.
Yıllar önce göç içindeki göçünüzde, tutulmuştu yasınız.
Azaldıysa da köyde ayak izleriniz, baba ocağına sevgiyi aşıladınız!
Evlatlarınız; Ejdat, Selma, Belma, Berna, Selami, Munise’ye…
Bugün sesleniyorum hepinize göçün 148. yılında ; “gelin”
Sımsıcak duygularla toplanalım, sarmaş dolaş olalım,
1864 göçünde yok olmamızı durduran Sarnıç’ımızda.
Gelin toplanalım, gülelim, ağlayalım hep beraber;
İz bırakmaya, seslenelim dağlara, yamaçlara Sarnıç’ta:
“ Biz Abhazların Tsabal boyu buradayız Sarnıç’ta;
Burada olacağız sonsuza dek, gelecek nesillerimizle Sarnıç’ta.
Haykıralım hep beraber: Sarnıcım seninleyiz Dünya durdukça!”
Soy ağacının dallarına tutuna tutuna
Geldim Sarnıcım yılların arasından sana
Noktalamadan geçmişi yaşamımda rastladım
Seninle özdeşlemiş candan birilerine
Köy korucularımız Osman ve kara Halil komşu köy Karadede’den
Köy meraları ekili arazilerden, mesuldüler resmi işlerden
İyi bir avcıydı kara Halil eksik olmazdı yanında tazısı
Avlarla doluydu, hep omzunda asılı av çantası
Yoktu eskiden köylerde kadrolu hocalar, imamlar.
Hane başı toplanırdı kile kile buğdaylar.
Öyle çalışırdı. Öyle ödenirdi imamlara.  Haklar
Hocada, berberde, korucuda, davulcuda hakkını buğdayla toplar
Sıra ile bakılırdı hoca, her gün farklı hane ağırlardı.
Arpadereli aygır imam, Bakrazlı İsmail, kambur Hüseyin
Ezanın Türkçe okunduğu duyuyorum sizde dinleyin.
Sığırtmaç Poyraz Mustafa sabahları toplardı sığırları
Gün boyu otlatıp meralarda getirirdi akşamları
Kara Memet Ya dayımların yâda bizim koyunları güderdi.
Yıllık ücretinde pazarlığa mutlak tütünü de eklerdi
Çuval, çuval tütün alınır, ne sigara nede kâğıt yeterdi.
Tütünü tavlar, sarar, çakmak taşı-kavla yakardı.
Pazarcık’dan gelirdi haftada bir berberimiz
Yıllarca geldiğini hatırlıyorum memnundu köy halkımız.
Sırtında deri çantası, içinde traş takımlarını taşırdı.
Usturasını bilediği deriden bir masat ilgimi çekerdi.
Arada bir nasılda bilerdi usturaları maharetle.
Traş olanda ona gelirdi, dişi ağrıyanda.
Bizim berber dişde çekerdi, ne aletler steril, ne ağrı kesici.
Pek hafifti eli, tuttumu kerpeteni avucunda görürdün dişini.
Yani berberimiz dişçiydi de, ilçede, ilde bile yoktu benzeri
Berber Mehmet’in kerpetenleri devaydı herkese.
Eğitmenimiz, Şükrü eğitmenimiz, birçoğumuz;
Ondan öğrendi okumayı,  yazmayı ve sayı saymayı.
Nur içinde yatınız hepiniz bir bir iz bıraktınız.
Köyümüzle özdeşleştiniz, geçemezdim anmadan sizleri.
Tamamlayamazdım zira SARNIÇ’DA geçen o yılları.

Yazan             :Rıfat Beyyıpa
Redaktion       :Zihni Pısyıppa