06 Kasım 2012

Sarnıç (Sanıç)

1867 yılında Abhazya'nın Tsabal bölgesinden zorunlu bir göçe tabi tutulan atalarımız önce Balkanlara yerleştiler. Halk arasında 93 Harbi diye bilinenen 1877-1878 Osmanlı - Rus savaşından sonra tekrar bir zorunlu göçle karşı karşıya kaldılar. Trakya'dan başlayan çileli ve zorlu bir yolculuk  Sarnıç'ta son buldu.

Köyümüzün resmi adı Sarnıç olsada bizler köyümüzü Sanıç adıyla tanımlıyoruz. Bu blogdaki Sanıç yazımları eksik bir yazımdan kaynaklanmamaktadır. Sanıç Abhazlar tarafından Sarnıç'ın telaffuz ediliş şeklidir.

Sanıçaa kelimeside Sarnıçlılar olarak anlaşılıp , kullanılmaktadır.

Sanıçaa , abra haybabayt , Abziyarazı ...
( Sanıçlı Apsuvalar burada buluşalım ... )

13 Ekim 2012

SARNIÇ’DAYIM --- BİR TSABAL KÖYÜ



(Hepinizi özlüyorum - Köyümün insanları)


Senin gençliğin…
Benim çocukluğum geldi aklıma.
O küçük köyümüzü hatırladım canım anam,
Nereden neden geldi aklıma bilmiyorum…
Durup dururken kendimi köyümüzde buluyorum.
Köyümüzün o vakur insanları geldi aklıma bir an,
Maziye dönüyorum yine bugün canım anam !
Özlemişim külde pişirdiğin mayasız ekmeği…
O sıcacık ekmeğin kokusu tüttü burnumda bir an.
Soluyorum, çekiyorum içime o kokuyu, güzel anam.
Sen şimdi yolun sonuna ulaşmış doksanları aşmış yukarıda,
Bense yolun yarısını geçmiş, altmış beşine ulaşmış burada.
Mazinin derinliklerinde soluksuz dolaşıyorum.
Yaşadığım şehrin kalabalık gürültülü sokaklarında,
Gözlerim dolu dolu, hafızam o sakin dağlarda.
Duygularım sararıp solmuş bu kalabalık sokaklarda.
Hüznü, mutsuzluğu sırtlanmış dolaşıyorum avare …
Acıktığımı hatırlıyorum, mutfağımıza koşuyorum,
Pişirdiğin örtülere sardığın sıcacık ekmeği arıyorum.
Bir lokma bir lokma daha koparıp atıştırıyorum.
Hayalimde , düşümde !..
Nerede kaldı o tat, niye bulamıyorum hayalimde de olsa.
Nedense anam pırpılçıka katılmış o kaymakla ekmeğini,
Doyamazdım tadına o sıcacık ekmeğini yerken.
Şu yılların azizliğine, neler aldığına sen de bir bak. 
Ne sen şimdi o ocağın başındaki nezaket timsali kadın,
Ne de ben o yalın ayak koşturan çocuk, yokuz o dağlarda!!!
Kalksana anam, anlatsana hayal meyal hatırlayabildiğim,
O küçük ama keşiş dağına yaslanmış, heybetini, asaletini
Keşiş dağı ve içindeki heybetli, vakur insanlardan alan köyü…
Kalk anacığım tut elimden dolaştır beni orada; ev ev hane hane
Hani yukarıda en başta iki katlı bembeyaz sıvalı ev,
Ayşe hanım halamın gelin olduğu Şhutsaalardan Beslan’ın evi.
Terk etmem söndürmem bu ocağı diye direnen halamın evi.
Ard arda ölen oğulları Refik ve Rafik’in anısına…
Vardıkça evine bize pişirdiği abıstayı görünce şaşar,
‘’Hala ! kime yetecek kime bu abısta ‘’derdim !!!
Oysa ki o koskoca evde o sofrada sadece ikimizdik.
Bahçesindeki kuyunun başında, her gün batımında,
Gurgmalların, Papaların, Anaaların kızları toplanırdı.
Ellerinde bakraçlar, kovalar omuzlarında testiler…
Ne içten ne güzel sohbet ederlerdi de ayrılamazlardı.
O kuyunun başından, halamın o koca evi bırakmadığı gibi …
Sonra bir gün zorla götürmüşlerdi Künçeğiz’e halamı .
Künçeğiz köyündeki kızı Sırat’ın yanına…
Götürülürken; vasiyetimdir diye Sarnıç köyü halkına,
Ölürsem bırakmayın getirin beni iki oğlumun yanına…
Hak vaki olup son nefesini verdiğinde Halam !
Karların insan boyunu aştığı, göz gözü görmeyen zemheri ayında
Vasiyet vasiyetti, tutulacaktı elbette …
Künçeğiz halkı verdi el ele yaşlısı genci !
Elmabahçe ,Hasandere köyleri de katıldı onlara
İnsan boyu karlarla savaşmak için verdiler el ele…
Yüz yıl öncesi Ruslara karşı onurları için nasıl savaştılarsa.
Bu günde doğaya, dağ boyu karlarla savaşmaya el ele…
Koşuldu kızaklar, herkes kaptı küreği dizildiler yollara.
Açtılar insan boyu karları, Künçeğiz’den Sarnıç’a
El birliği ve cesaret yenmişti doğayı, tutulmuştu vasiyet.
Abhaz halkı bir kez daha göstermişti kimliğini bana
Senin vasiyetinde gördüğüm; halkımdan gurur duydum hala …
Bana hep anlatırdın, söylerdin ya güzel anam,
Çayırlarda koştururken sana kimse yetişemezmiş ya anam
O çayırlığın başında ormanın kıyısında değilmiydi ?
Yaş’alardan Guç dayımın bembeyaz evi …
Başında fötr şapkası, elinde ucu çelik asası,
Düğünlerde Apsuva oynarken görür gibi oluyorum şimdi.
Şakacı kişiliğiyle çıkıverip karşıma götürüyor beni maziye.
Onu görmekten ne kadar mutlu olurdun canım anam 
Az ötedeydi dayılarım Ağana’ların evleri.
Adlarını her andığında anam; hüznü ve sevinci görürdüm gözlerinde
Can, yiğit dayılarım benim, şimdi benim de gözlerim dolu dolu anam
Ağlamak, sonsuza dek ağlamak istiyorum o güzel günler için
Gözyaşlarım yine çocukluk yıllarıma taşıyor beni bu gün.
Bir bir evlerine uğruyor ellerinden öpüyorum her büyüğün.
Gözyaşlarım hüzünle akarken düşüncelerimde bir bayram havası
Ağan İdris’in torunları, Ağan Nuri’nin oğulları
Tosun, Aslan, Bahri, siz sevgili dayılarım nasılsınız ?
Ne afat severmişim sizleri, nasıl özlüyorum sizleri bilseniz.
Bilebilseniz, anamı da alıp iner miydiniz göklerden ?
Kucaklar mıydınız, saçlarımı okşar mıydınız eskisi gibi 
Yaşha Hamide ninemin yanında olmak isterdim hep …
Kaçıp kaçıp giderdim yanına, neredesin şimdi Yaşha ninem
Neden bunca sevdiğini, kendi torunlarım da yaşıyorum inan.
Seni nice sevdiğimi torunlarım ‘’dedeciğim’’ deyince anlıyorum ninem…
Her biri bir köye bedel olan Papalar…
Köyün tam ortasındaki Apapa Abbas’ın evi, oğulları…
Nerede !!! Nerede Abbas’ın oğulları Burhan, Fethi neredeler ?
Sizlere konuk olmak istiyorum bu gün yarım asır öncesi gibi
Gelin bahçedeki kuyu dan su çekelim , içelim kana kana bu gün
Bir zamanlar huzur, mutluluk dolu olan avlunuzdayım
Apapa Habip, Yaşha Şahime teyzem açsanıza kapıyı
Nerede Vahdettin ağabeyim, nerede o güzel çocukluğum?
Nerede Fulman Yıpa Apapa Yetimin evi
Kurtuluş savaşı kahramanı İbrahim Yetim’in oğulları
Kıkrış,Fuat,Zaim,Zaman kardeşler neredesiniz?
Saklanmayın torununuz Şafak’ın hikaye kitaplarında
Tüttürün tekrar şu bacanızı, ben geldim sizleri görmeye
Şuracığa ilişebilir, oturabilir miyim ? yok yok oturmayayım…
Daha çok, çok gideceğim yerler var.
Vakur, ağırbaşlı Kıytayipa İsmail ilk aklıma geliveren
Ciddiyet, mağrurluk deyince Dalac Süleyman 
Apapa Murat, o heybetli insan ve oğlu Gazi Baba
Sizlere bir kurban bayramı sabahında konuk olmuştum
Kurban etleri hazırlanıyordu sofada
Öğlene hazır olacaktı zira sofralar
Köy meydanında toplanırdı tüm civar köylüler 
Eşlik ederdi birlikte halkımız 
İkram edilirdi Abhaz yemekleriyle birlikte kurban etleri
Kalbim hızla çarpıyor, geçmişe dönüyorum heyecanla
Ve Gazi Baba'nın düğününü anımsıyorum
Adapazarı’ndan gelin gelmişti köyümüze
O muhteşem düğünün sonrası iddialı at koşusun da
Virajı alamayarak düşüyordu Akoya’ların atı 
Anılarım tazeleniyor durmaksızın, dolanıyorum köyümüzde
Abrıskil kardeşler, komşulukları dostlukları emsalsiz
Sizleri de evleriniz de ziyaret edeceğim birer birer…
Unutmadan, sizden önce uğradım çocukluk arkadaşım Çetin’e:
Çetin’le dolaşacağız köyümüzün büyüklerini…
Nasıl da mutluyduk Çetin’le birlikte koyun kuzu otlatırken
Bırakıp gittin Çetin, bu çekilmez dünyayı bana çok erken…
Ama yanımdasın şimdi, dolaşacağız her evi, her yaşlıyı seninle…
Bir karakış gününde ayrıldın aramızdan!..
Bursa Alacahırka mezarlığında bir ağacın altını seçtin de:
Noktaladın benim fani arkadaşlığımı .. ne desem de …
Ama ben, babamın tavlada oyun arkadaşı olan babana
Kudüs gazisi Kuca amcaya gidiyorum, sensiz gider miyim hiç .
Ne kadar mutlu huzurluyduk çocukluğumuzda, köyde.
Şimdi komşumuz mütevazı Abrıskil Talat’ın evindeyim.
Kezire nine o vefakâr kadın, iyilik timsali insan…
Beni o çok seven Abrıskil Ramis o eşi bulunmaz insan
Bana olan sevginin nedeni çocukluk arkadaşın ağabeyimdi.
Genç yaşta ölen ağabeyimi hasretle anardın…
Nazır, Eşref, Kamil kardeşler; nerelerdesiniz: ?
Göremiyorum köyümüzün meralarında sizleri, neden ?
Çıkın gelin koyun kuzu otlatalım yine meralarda sizlerle
İyilik timsali Abrıskil Kamil amcanın elini öptüm şimdi
Ne güzel anlatırdık, birlikte günlük gazeteleri okurduk.
Ne de güzel, nasıl da yorumlardık makaleleri
Hatırladıkça o eski günleri hüzünlü gözyaşlarımda!..
Sevgiyle, saygıyla hasretle anıyorum hepinizi…
Dün olduğu gibi bugün de Alınca ve Alıncalılar ile iç içeydi köyümüz 
Birbirinden ayıramazdık birdi zira özümüz.
Sürüp gidecektir dostluğumuz var oldukça köylerimiz
Artık yok Barzaniya’ların ,Ciga’ların köyleri isimleri var yalnız!..
Mezit Kıta , Kozaa Rıkıta , Kayua Rıkıta ,Cacaa Rıkıta
Anacığım söylesene, nereye gittiler neden dağıldılar ?
Taşköprü , Tandır, Ahalar, Bektaşpınar tüm Apsuvalar!..
Neredeler ? .. sen de bilmiyorsun ne oldu onlara canım anam
Kozba Kemiş’in adı geçerdi zaman zaman köyümüzde
Yaşam onları alıp Taşköprü köyüne götürdüğünde
Sarnıç’ta kalmaya kararlı olan diğer bir Kozaa ailesinin avlusundayım
Misafir geldim Kozba’lara bugün, ama yoklar herhalde evde
Hoş misafir de sayılmam ya ! Büyük babaannem Kozapha Rahma
Hani şu Kozba Mahmut çavuşun güzel kız kardeşi Rahma
Hani özü sözü bir derler ya ! Öyle bir kadınmış büyük ninem Rahma
Dönmemiş seferberlikten Beya’ların yiğit oğulları:
Rufat, Ethem ve dedem Hamza ölünce yeni ülkeleri için
Kol kanat germiş Rahma ninem torunu Beyıpa Nurettin’e
Şimdi Kozaa’ların avlusunda maziyi yaşıyorum adım adım…
Aile büyükleri Gımpıç, Kazım, Zeyti, Nart bilirim hepsini.
Görmeden erişemeden onların zamanına, bilirim hepsini kulaktan 
Aanıpha Naciye halam katılmış hanenize, gelin gelmiş…
Dolaştığını görür gibiyim, Kozaa’ların avlusunda Naciye teyzemi
Hele hele İstanbul’dan gelince kızları; Semiha, Bülbül, Cica, Gumpa Zugut!
Köyümüz şenlenirdi, gülüş cümbüş olurdu baştanbaşa
Meliha ablam… Ya sen Sünnah ağabeyim!..
Nasıldı çay içme inadım ? Pes etmeden ne çok çay içmiştim bir gün 
İçtikçe içmiş, bardak bardak sonunda düşmüştüm yatağa
Zeyti’nin oğulları Sırrı ve Basri kardeşlerin köyden göçleri!..
Köyümüzdeki o günü telaşı, herkesin hüznü canlandı bir an
Yasa bürünmüştü tüm köy, bilircesine bu son un başlangıcını
Kozba Nart’ın evinde Bırcıpha Racac teyze, gerçek hanımefendi
Kızı Pıta ile dört gözle beklerdi yaz tatillerini,
Diğer kızları Saadet’i Sivas’tan yaz tatiline gelecek diye…
Gelişleri mutlu ederdi ablam Cavidan’la beni de..
Torunları Ayla ile Ayhan neşe katardı köyümüze.
Bitsin istemezdik yaz tatillerini onlarda biz de…
Köyümüzün batı yakasındaki o taşlı tepede
Ormanla iç içe Gurgmalların o kale gibi evine geldim şimdi
Çalıyorum kapınızı açan yok ! Neredesiniz İsmet, Haşim…
Neredesin Ayşat hala, aç kapıyı elini öpmeye geldim.
Tatlı sohbetlerinize katılıp bir şeyler öğrenmeye geldim.
Neden susuyorsun, nerede bunlar söylesene canım anam
Şu karşıda temelleri kalan evler kime ait? Söyle anam.
Çeşme başında Cacalardan Tada Yıpa Kadem’in evi
Ne güzel bir evdi, köyümüzün okulu olmuştu o ev
Kozaalardan Kıliz, Maksut, Mil’in evleri nerede şimdi ?
Ne zaman niye taşınmışlardı Karadede Köyüne
Bırcalar ,Cıcalar ne zaman yerleşmişlerdi Elmalı’ya
Kabat Mehmet, Azınba Tatarkan,Tlapsug Aziz,Bekir,İzzet
Aşukbalardan Yusuf, Besim, Marşan İsmail Yıpa Hayrettin.
Anlatın bana lütfen neler oldu Sarnıç’ta bu son asırda
Kac Yıpa Kucba Kemal ,Kucba Fahri !.. Sarnıç’ı Tsabal’ı
Bana en iyi anlatabilecek olan sizlerdeyim.
Anılarımda yaşayan eşsiz Kucbalarla yan yana idi evlerimiz
Üzüntüm sonsuzdur, neden bilir misin Kucba Kemal amca
Ayaklı bir tarihtin, masal değilmiş anlattıkların bizlere
Şimdi anlıyorum boşa gitmiş hep anlattıkların
Keşke anlayabilseydim not alabilseydim
Boşa gitmezdi bize aktarmak istediklerin.
Zamanı gel geri saralım canım anam
Bir de sen anlatsan nereden nasıl gelmişiz bu köye
Anlatsana bir daha Kafdağı’ndan, Balkanlara acılarla dolu
Sıtma , açlık, susuzluk ve yıllar süren göç yolunu Sarnıç’a..
Kafdağı’ndan Varna’ya uzanan halkımızın yarısını yutan
Oradan Çerkezköy’e Bursa’ya uzanan. Her yeni yolda;
Biraz daha yok olarak tükenerek bir avuç kalıp İnegöl’e…
Oradan da çocukluğumun efsane köyü Sarnıç’ta biten yolu…
Anlatsana anacığım sekiz bin hane nasıl geldi Sarnıç’a 500 hane
Ayak ağrılarını , romatizma hastalığını boş ver canım anam!..
Benim içimi kavuran göçten ,bağrımı yakanlardan söz et anam..
Ben de yaşlandım, taşıyamıyorum artık bu yükü
İçimizdeki sızı git gide daha da artıyor bilesin be anam
Beni de acılar içinde sürgünde bırakıp gittin anam
Yüz kırk yedi yıllık bir yükü bana bırakıp gittin anam
Ben taşıyamıyorum bu yükü, eziliyorum altında bu yükün
Kayboluş, yok oluş çok hızlandı anam senden sonra
Torunlarına bıraksam bu yükü ‘’taşıyabilirler’’ der misin anam ?
Anadolu, Afrika, Balkanlar, Ortadoğu’da tüm dünyada
Yana bir kaç ocak, akan birkaç yaşlının gözyaşları
Yeter mi anam ? ‘’Burada Kafdağı insanları var’’ dedirtmeye
Mısır koçanlarını ayıkladığımız Abhaz ağıt ve şarkılarını
Elbirliği ile söylediğimiz güz akşamlarını yaşatmaya?..
Yeter mi? Yetebilir miyim anacığım ben bu yükü taşımaya?
Nerede o konuklarımız , nerede hep o konuk dolu evlerimiz!..
Nerede köy meydanındaki neşe dolu çocuklar, arkadaşlarım
Nerede yağmur duası için meydanı dolduran insanlarımız
Nerede benim tasamharalarıyla düğünleriyle görkemli
Abhaz halkının timsali, göçün son durağı Sarnıç köyüm…
Nasıl da kenetlenirdi tüm köy halkı ölümlerde, düğünlerde
Nasıl da elbirliği ile ağırlanırdı onca misafirler
Her evde tüterdi dumanlar, kazanlar dolardı aştualarla
Mis gibi kekik kokan koyun etleri doldururdu
Her evin Abhaz sofrasını, çağrılırdı sofraya konuklar
O güzel köyümüz abısta ve et tüterdi günlerce
Cefakâr Abhaz kadınlarının kardığı abısta, başta SEN…
Nasıl da karardınız çövenlerin içinde buhar tüten mısır ununu
Oturmayan kalmamalıydı sofralara, tek misafir aç dönmemeliydi köyümüzden
Düğünün son günü ne yiğitler kapışırdı Açmaca’yı
Ne korkusuzlar at mahmuzlardı birincilik için
Yaşlılar finalde Avraşa ile onore ederdi düğün evini
Veda oyunumuzdur Avraşa o da yok oldu gitti anam
Dön geri gel! getir tüm yaşıtlarını benim canım anam.
Hep beraber düğün yapın, bir Avraşa söyleyin anam
Vurulsun tahtalar, çalınsın mızıkalar, eşlik etsin şarkılar
Hüznü, sürgünü, neşeyi yok olmaya karşı direnişi bir arada
İşleyen şarkılara, o konuşturduğun mızıkanla katıl anam…
Bir de senin mızıkandan dinleyelim Sarnıç’ın mağrur insanlarını..
Senin gençliğin, benim çocukluğum her şeyi söylet mızıkana
Döndür beni; yalın ayak, başıkabak koştuğum çocukluğuma…
Döndür beni o çocukluk günlerime, köyümüze canım anam
O hep yanan ocağımızın, yanına kıvrılıp yattığım ateşin,
Başına o sıcacık evimize götür beni anacığım…
Ne olur kalksın vücudun yattığın kabirden, insin ruhun
Yedi kat göklerden, gel al beni Bursa’nın keşmekeşinden
Götür beni evimize, ocağın başına geç, sönmüş közleri ateşle
Bir kıvılcım, bir kor, bir ihtimal durdur yok oluşu…
Durdur zamanı dönelim köyümüze, güzel töremize, dilimize
Al benim omuzlarımdan taşıyamadığım bu yükü.
Şakısın köyümüz, evimiz Abhaz diliyle ve senin mızıkanla
Ben beceremedim, gel sen el at, durdur bu gidişi can anam



Rıfat ÖZBEY (Beyipa)